hesabın var mı? giriş yap

  • "bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum" bu sözlerle zeki demirkubuz noktayı koymuştur benim için. huzursuzluğuma isim koyamıyordum. zeki abi geldi ismini koydu, kulağına ezanı okudu.

  • gece kar yağarken dışarı çıkmak, kafayı siyah gökyüzüne doğru kaldırıp lapa lapa yüze yağan karları izlemek, kar sebebiyle bomboş olan yollarda yürümek, yürürken yüzün yağan karla kaplanması,hiç basılmamış kara basmak, yumuşak karlarda yuvarlanmak, saçlara yağan kartanelerininin pırıl pırıl parlaması , eller kızarıncaya kadar eldivensizkar topu oynamak ve sonunda dışarda üşüyünce eve koşa koşa girmek ıslak çorapları çıkarıp ayakları kalorifere uzatmak ve çay bardağını alıp dışarda halen yağan karı izlemek...
    (bkz: ankara nın kışı)

  • (23 nisan öncesi okulda yapılacak etkinlikleri içeren bir bilgilendirme yazısı gelmiş, atatürk büstüne bırakılmak üzere bir adet karanfil istenmiştir. ege (5 yaş) karanfilini alıp okula gitmiştir. akşam okul dönüşü...)

    romica: eee, ne yaptınız bugün?
    ege: ne olsun sanki, çeşitli faaliyetler.
    romica: 23 nisan neymiş peki biliyor musun?
    ege: çocuk bayramı, atatürk hediye etmiş çocuklara.
    romica: atatürk kimmiş peki?
    ege: aman anne ya bilmiyor musun? ulu önder, düşmanlardan kurtardı ya!
    romica: canım senin neler bildiğini merak ediyorum...
    ege: biliyor musun anne, atatürk tek başına atmamış düşmanları...
    romica: öyle mi? kimlerle beraber atmış peki?
    ege: eski dedeler, nineler, anneler, babalar beraber savaşmışlar!
    romica: öyle mi?
    ege: evet, ve hepsi kendini feda etmiş vay canına!
    romica: peki çiçek koydunuz mu büste?
    ege: yan sınıftaki bütün öğrenciler bıraktı, gördüm.
    romica: sizin sınıf bırakmadı mı?
    ege: bir kişi hariç herkes bıraktı?
    romica: kim bırakmadı?
    ege: ben bırakmadım, öğretmenim de çok ayıp dedi.
    romica: neden bırakmadın?
    ege: anne, o sadece heykel, benim gerçekten nefes alan, ip atlayan, şarkı söyleyen bir kız arkadaşım var!

  • tam anlamıyla bir turnusoldur. bir insanın ne mal olduğunu kısa süre içinde anlamak istiyorsanız bulunduğu ortamda kendinden bir "alt statüde" olan kişilere nasıl davrandığına bakın. davranışları kalibresini ve kalitesini çok kısa bir süre içinde gün yüzüne çıkartacaktır. asla şaşırtmaz.

    tanım: makam ve mevkiye tapmayan, insan gibi insandır.

    edit : arkadaşlar hayatının çok büyük bir bölümünü garsonluk yaparak geçiren bir kişi olarak girdim bu entryi. dikkat ederseniz "alt statüyü" de tırnak içinde yazdım. her şeyden bağımsız, insana salt insan olduğu için değer verilen bir toplum yapısı sizler gibi benim de en büyük dileğim. fakat siz de takdir edersiniz ki kapitalist toplumun realitesi bu şekilde işlemiyor. ne yazık ki bir avuç "ahlaklı" insanın düşüncesi değil, yığınların düşünsel pratiği hakim tüm toplumsal yapıya.

  • üç gün önce sabah saatinde motora yetişmeye çalışıyorum. geç kaldığım için büyük panik içerisindeyim. motor kalkmak üzere. koşuyorum. yetiştim yetişicem. görevli acele etmemizi söylüyor. "evet! yetiştim! başardım! yetiştim!" derken... dodidotdodidot!!! akbilim boş... içimden burada yazamayacağım cümlecikler geçiyor. henüz turnikeden geri adım atmamışken biri akbilini basıyor. "geç abla." diyor arkamdan. arkamı dönüp bakıyorum. omzuma bile gelmeyen küçük bir çocuk. o an durumu algılayamıyorum. "geç abla!" diyor tekrar. geçiyorum. çocuğun içine miroğlu kaçmış. yağız bir delikanlı edasıyla cool cool akbilini basıp motora ilerliyor. elimi çantama atıyorum "dur bekle, sana parasını veriyim.". elini talk to the hand edasıyla kaldırıyor ve "gerek yokk." diyor. "teşekkür ederim canım." diyip açık alana geçiyorum.
    aklıma geldikçe hala gülüyorum. centilmenliğiyle saniye bile düşünmeden bana yardım edip, gururundan ağzıma sçarak benden para almayan çocuk... utançla sevinci bana bir arada yaşatan çocuk... yolun açık olsun! üsküdar-beşiktaş hattı seninle gurur duyuyor!

  • ön-edit: aşağıda göl esnafının çalışma şekli hakkında yazdıklarımın bir kısmı daha önceden yazılmış, başlığı görünce zaten dolu olduğum bir konu olduğu için direkt gelip yazdım.

    açılın ben turist rehberiyim.

    özellikle yabancı gruplarla çok sık uğrarım buraya. söz konusu dükkan yol kenarında olmasına rağmen ileriye doğru genişleyerek göle inen tek yolu yutmuş durumda. daracık bir yolu kesen iki tane "meydancı" elinize zorla bir tuz ürünü sürmeye çalışır ve bunu başardıktan sonra sizi elinizi yıkamak üzere dükkana yönlendirir. tebrikler kapana girdiniz. (zaten madem sürdükten sonra yıkanması icap eden bir şey, niye alıp elime süreyim değil mi)

    oysa oraya gelen insanların tek amacı tuz gölünün fotoğrafını çekmek, tuzun üstünde yürümek. her gün görmedikleri bir güzelliği deneyimlemek.

    buraya her geldiğimde yabancı gruplarıma araçtan inmeden önce şunu söylerim, sizlerin de kulağına küpe olsun:

    "yol üzerinde elinize sözde kozmetik bir ürünü sürmeye çalışan insanlarla karşılaşacaksınız. bu sizi dükkana sokarak size ne olduğu belirsiz şeyler satmak için kurulmuş bir tezgahtır. bu insanlar oldukça ısrarcı olabiliyorlar. o yüzden tester için elinizi uzatmanızı istediklerinde "hayır, teşekkürler" bile demeden, onları muhattap almadan direkt yanlarından geçin ve göle gidin. göz teması kurmaz ve onlara yoklarmış gibi davranırsanız atlatırsınız."

    bana kendi ülkemde, kendi insanlarım hakkında bunları söyletiyor bu insan müsveddeleri. çünkü "hayır"dan anlamıyorlar. yolunuzu kesiyorlar, kolunuzu tutup fiziki temasta bulunuyorlar. tepki verirseniz 10 tanesi bir olup odunla saldırıyorlar. sadece tuz gölü esnafı değil, efes'ten tut kapalıçarşı'ya bütün hepsi yapıyor.

    ama aynı uyarıyı yerli gruplarıma yapamıyorum maalesef. çünkü türkler vırt gel ağızlı. gidip dükkanın önünde eşine yüksek sesle seslenebiliyor "ay gel buraya, rehber oraya girmeyin kazıkçı onlar dedi" diye. ondan sonra 20 esnaf birleşip rehberi dövdü başlığında tartışıyoruz o konuyu.

  • papaz, iki metre ilerisinde duran zangoça hiddetle sorar:
    ''gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabı? ''
    zangoçta derin bir sessizlik... papaz iyice köpürür...!!!
    ''sana soruyorum be adam! duymuyor musun beni?
    'hayır burdan hiçbir şey duyulmuyor efendim''
    "olacak şey mi! iki adım öteden beni duymuyorsun..''
    zangoç bıyık altından güler:
    '' isterseniz yer değiştirelim anlarsınız...''
    yer değiştirirler. bu kez zangoç seslenir:
    ''kilise için toplanan bağışları kim zimmetine geçiriyor?"
    papaz (mırıldanarak):
    ''hakikaten yahu! buradan hiç bir şey duyulmuyor''

  • (bkz: ketçap mayonez de olsun mu) öncelikle tüm sağlık çalışanlarının maaşları artmalı ama hemşireler de 6 sene okuyup üzerine minimum 4-5 yıllık uzmanlık yapsalar belki eşit miktarda maaş artışı konusunda hak iddia edebilirler.doktorlar için bir düzenleme söz konusu olduğu zaman hemen hak iddia ediyorsunuz. o klinikte bir şey olduğu zaman tazminat doktora açılıyor hemşirelere değil.kliniğin sorumlusu doktorlardır.